Sağlık
Şizofreni hastalarının beyinlerinde ince farklılıklar tespit edildi
Şizofreni, üzerinde en yoğun çalışılan ruhsal hastalıklardan biri olabilir. Bununla birlikte, nedenleri ve bu nedenlerin beyinde nasıl ortaya çıktığı sinir bozucu bir şekilde anlaşılmaz olmaya devam ediyor. American Journal of Psychiatry'de 26 Şubat'ta yayınlanan yeni bir çalışma, şizofreni yaşayan ve yaşamayan insanların beyinleri arasındaki fiziksel farklılıkları inceliyor.
Çalışmanın yazarlarından ve İsviçre'deki Zürih Üniversitesi'nden psikiyatrist Wolfgang Omlor, Popular Science'a “şizofreninin beyin yapısını ve işlevini şekillendiren kendi mekanizmaları olsa da, bu süreçler tam olarak anlaşılmaktan uzaktır” diyor.
Omlor ve ekibi, şizofreni hastalarının beyinlerinde ortak olan fiziksel özelliklerdeki eğilimleri belirlemek için, 6.037 kişiyi kapsayan küresel Enhancing Neuroimaging Genetics Through Meta-Analysis (ENIGMA) veri tabanından elde edilen verileri taradı. İki potansiyel özellik gördüler: beynin sağ kaudal anterior singulat bölgesi olarak adlandırılan bir bölümünde katlanma modellerinin artan homojenliği ve serebral korteksin kalınlığında artan değişkenlik.
Bu özelliklerin şizofreniye neden olup olamayacağı ya da şizofreni hastalığından kaynaklanıp kaynaklanmadığı hemen akla gelen sorulardan biri. Benzer şekilde, bu özelliklerin doğuştan mı geldiği yoksa kişinin yaşamı boyunca mı geliştiği de net değil. Omlor, bu çalışmanın “halihazırda şizofreni teşhisi konmuş bireyleri kontrollerle karşılaştırdığı” için nedensellik sorusunu ele alamayacağını açıklıyor.
Omlor, bu özelliklerin kişinin doğuştan sahip olduğu bir şey mi olduğu yoksa yaşam boyunca mı geliştiği konusunda ise şunları söylüyor: “Muhtemelen her ikisinin bir kombinasyonu söz konusu. Bazı özellikler erken gelişimden itibaren mevcut olabilirken, diğerleri nöroplastisite yoluyla beyni yeniden şekillendiren ilaçlar veya kronik stres gibi faktörlerden etkilenerek daha sonra ortaya çıkabilir.”
Omlor'a göre, kortikal katlanma erken gelişimden itibaren mevcut olan özellikler kategorisine giriyor ve çoğunlukla doğumdan önce ve erken çocukluk döneminde yerleşiyor. Bununla birlikte, şizofreni geç ergenlik/erken yetişkinlik döneminde ortaya çıkma eğilimindedir. Bu durum, bu katlanma modellerinin şizofreniye bir tür yatkınlığı temsil ettiği ihtimalini ortaya çıkarmaktadır; ancak bunun gerçek durumun başlangıcıyla sonuçlanıp sonuçlanmayacağı bir dizi başka faktöre bağlı olacaktır.
Serebral dokunun katlanması beynin en ayırt edici özelliklerinden biridir. Omlor, genel olarak “katlanmanın sınırlı alanda beynin yüzey alanını artırdığını ve nöronların nasıl bağlandığını etkilediği düşünülmektedir” diyor. Beyin dokusunun katlanma şeklinin doğasındaki ince farklılıklar, diğer koşulların da bir özelliğidir, ancak bu tür farklılıkların tam olarak ne gibi bir etkiye sahip olduğunu belirlemek zordur.
“Bazı nörogelişimsel durumlar (örneğin otizm) da kortikal katlanmanın değiştiğini gösteriyor” diyor. “Bu tür farklılıkların etkileri tam olarak anlaşılmamıştır, ancak şizofreninin ön singulatındaki daha düzgün katlanma, o bölgede daha kısıtlı bir gelişim sürecine işaret edebilir.”
Bu katlanma modellerinin durumun gelişimi ve doğasıyla tam olarak nasıl etkileşime girebileceği açık bir soru olmaya devam ediyor, ancak Omlor “tek tip katlanma modellerinin bu erken aşamalarda [gelişimin] genler ve çevre arasında daha az esnek bir etkileşimi yansıtabileceğini” teorize ediyor.
Kıvrımların, beynin bilişsel ve duygusal süreçleri bütünleştiren bir bölümü olan sağ kaudal anterior singulat bölgesinde ortaya çıkması kesinlikle dikkate değer görünüyor. Ancak, beynin bir bölümüne tek bir rol verilmemelidir.
“Şizofrenide [sağ kaudal anterior singulat bölgede] daha düzgün bir katlanma görsek de, [bu bölgeyi] tek bir görevden yalnızca 'sorumlu' olarak düşünmemek en iyisidir” diyor. ”Daha ziyade, düşünce ve duyguyu birbirine bağlayan daha geniş bir devrenin parçasıdır.”
Çalışmanın ikinci bulgusu ise şizofreni hastalarında “kortikal kalınlığın daha fazla değişkenlik göstermesi”. Beyinle ilgili hiçbir şeyin ne kadar basit olmadığının bir örneği olarak, bu sadece şizofreni hastalarının “daha büyük” ya da “daha küçük” beyin kortekslerine sahip olmasıyla ilgili bir mesele değildir. Bunun yerine, bir kişinin korteksi bazı kısımlarda daha ince ve bazı kısımlarda daha kalın olabilirken, bir diğerininki tam tersi olabilir - bu nedenle, bu iki kişinin korteksleri aynı genel hacme sahip olsa bile, iç yapıları oldukça farklı olabilir. Şizofreni hastalarında bu tür kalınlık farklılıkları daha geniş bir alana yayılır.
Burada söz konusu olan incelikler, beynin baş döndürücü karmaşıklığının basit sonuçlara varmanın nadiren mümkün olduğu anlamına geldiği gerçeğini yansıtmaktadır. Temel bir yorumun şizofreninin serebral korteksin hacmiyle bağlantılı olduğu şeklinde olabileceği bu durumda bile cevap o kadar basit değildir.
Omlor, “Şizofrenide kortikal kalınlığın daha fazla değişkenlik göstermesi, ‘daha fazla’ veya ‘daha az’ modelinin ötesinde daha geniş bir aralığı yansıtıyor ve bozukluğun karmaşıklığının altını çiziyor” diyor. Bununla birlikte, bu farklılıkları şizofreninin ortaya çıktığı sayısız yolla ilişkilendirmek mümkün görünmektedir. Omlor, “Belirli beyin bölgelerindeki varyasyonların şizofreni semptom alanlarıyla ilişkili olduğunu da bulduk, bu da bu yapısal farklılıkların durumun çeşitli sunumlarını yansıttığını gösteriyor” diyor.
Sonuç olarak, bu çalışmadan çıkarılacak önemli bir sonuç, şizofreninin bir kişide ortaya çıkış şeklinin o kişinin kendisi kadar benzersiz olduğudur. Benzer şekilde, şizofreninin bir kişinin beynine yansıyabileceği tek bir yol olmadığı görülüyor. Bir şey varsa, belki de durumun ortaya çıktığı bir dizi bölge vardır, ancak bunu yapabileceği yollar çok ve çeşitli görünmektedir.
Şizofreniye bu şekilde bireysel olarak yaklaşmak sadece soyut bir düşünce değildir. Bunun yerine, durumun kişiden kişiye nasıl ve neden değiştiğinin daha iyi anlaşılması, Omlor'a göre “daha bireyselleştirilmiş hassas tıp çabalarına rehberlik edebilir... bu farklılıkları erkenden tanıyarak, klinisyenler ve araştırmacılar her bir kişinin benzersiz profiline daha uygun tedaviler için çalışabilirler”.