Bilim
Dünyada yalnız olabilir miyiz?
UZAYLI HEYULASI
1990’larda, ülkeyi kasıp kavuran bir uzaylılarca kaçırılma çılgınlığı yaşanıyordu. Rağbet gören bir reality-show dizisi olan ‘Çözülmemiş Gizemler’ bunları aktarıyordu ve gerçek bir TV dizisi olan ‘The X-Files’, dünya dışı yaşamın Dünya’ya karşı açık (ve belki de kötü niyetli) bir ilgi duyduğu inancı etrafında ilerliyordu. (Elbette, uzaylılar da ABD federal hükümeti ile işbirliği içinde çalışıyorlardı.)
Diğer yandan, popüler kültür haricinde, çok az sayıdaki ciddi entelektüel, uzaylılar kavramına ciddiyetle yaklaştı. Kesinlikle önem arz eden bir akademik mesele değildi. Yaygın olan görüş, yaşamın evrende nadiren bulunduğu ve Dünya’nın yaşama ev sahipliği yapacak kadar şanslı olan yegâne gezegen olabileceğiydi.
Günümüzdeyse, bunun tam aksi bir görüş hâkim. Astrofizik alanında yaşanan gelişmeler sayesinde, artık sadece Samanyolu’nda bile milyarlarca ötegezegenin var olduğunu biliyoruz; bu bilgi de bilim camiasının büyük kısmının, yaşamın muhtemelen evrenin diğer bölgelerinde de mevcut olduğu neticesine ulaşmasına neden oluyor. Buna inanmayanlar artık aptal sayılıyor. Ve artık uzaylılar tarafından kaçırılma olayları ana akım medyada yer almasa da UFO’lar yer alıyor; öyle ki ABD istihbarat kurumları onlarla ilgili bir rapor yayınladı.
Şu anda süren akademik tartışmalar hayatın var olup olmadığıyla değil, hangi biçimde var olduğuyla ilgili. Pek çok bilim insanı, en yaygın yaşam biçiminin mikrobiyal olduğunu varsayıyor -Dünya’da insanların görece modern bir canlı olduğu ve mikropların 3.5 milyar yıldır var olduğu göz önünde bulundurulduğunda, bu adil bir varsayım- ve bu yüzden pek çok astrobiyolog günlerini ötegezegenlerin atmosferlerini analiz ederek geçirirken, bakteri benzeri canlılara dair işaretler arıyor.
Ve yine de, diğerleri daha cüretkâr davrandı ve şayet varsa, uzaylı akıllı yaşamın nasıl olabileceği konusunda kafa yordu. Merhum Stephen Hawking, uzaylılarla iletişime geçmenin akıllıca olmadığını, zira büyük ihtimalle ‘Independence Day’ [Bağımsızlık Günü] filminde anlatıldığı gibi Dünya’ya gelmek, eşyalarımızı parçalamak ve kaynaklarımızı çalmak amacıyla bir komplo kuracaklarını savunuyordu. Hawking, “Bir gün Gliese 832c gibi bir gezegenden bir sinyal alabiliriz ama cevap verme hususunda dikkatli davranmalıyız” diyerek bizleri uyardı.
TARTIŞMALARI TEKRAR GERÇEKLİĞE TAŞIMAK
Sanırım bunların tamamı da üzerinde düşünmek ve konuşmak için eğlenceli şeyler ama uzaylı tartışması ciddi bir bakış açısı eksikliğinden muzdarip durumda. İnsanların uzaylı yaşamla karşılaşma ihtimali mevcutsa, en az iki tane son derece olasılık dışı şey doğru olmalı:
“Hayat kolayca evrilir.” Onlarca yıldan beridir yürütülen araştırmalar, hayatın abiyogenez* mekanizması yoluyla cansız maddelerden ortaya çıkışını tespit etme hususunda çok az sonuca ulaştı. Yaşamın kökeniyle ilgili birkaç farklı teori mevcut ve bunların hiçbiri de yeterli değil. Laboratuvar ortamında, gaz halinde bulunan öncüllerden amino asitler gibi biyomoleküller oluşturma konusunda kısmi başarılar elde ettik; Miller-Urey deneyi bunlardan en tanınmış olanı. Buna karşın, bilim insanları laboratuvar ortamında yaşamı yeniden üretmeye henüz yaklaşamadılar bile. Bu durum, yaşamın öyle kolayca gelişmediğini kuvvetli biçimde düşündürüyor.
Eğer yaşamın yeterince zaman olduğunda kolayca evrimleşebileceği iddiasını bir kenara bırakacak olsak bile, ortada başka bir sorun daha var: Ötegezegenlerin büyük çoğunluğu yaşama elverişli değil. Yapılan yeni araştırmalar, yıldızların büyük kısmının fotosentez aracılığıyla bitkisel yaşamı destekleyemediğini ortaya koyuyor. Yaşamın evrimi için, bir yıldızdan enerji toplamak ilk aşamadır ama bu yeterince yapılamıyorsa, evrimin başlaması bile mümkün olmaz.
“Yıldızlararası seyahat mümkün ve pratik olabilir” fikri, şahsi düşünceme göre, yaşamın kolayca evrildiği düşüncesinden bile daha olanaksız. Yaşamın (burada, Dünya’da) en az bir kez evrimleştiğini biliyoruz fakat yıldızlararası yolculuğun mümkün olup olmadığına dair en ufak bir fikrimiz yok. Tabii ki, bugün bir uzay gemisine binebilir ve en yakın yıldız olan Proxima Centauri’nin yörüngesinde dönen bir gezegene gidebiliriz ama yanımıza bir sürü eğlenceli kraker paketi almamız iyi olur, çünkü oraya ulaşmamız yaklaşık 6300 yıl sürer.
Galaksiyi zahmetsizce geçebilme becerisini geliştireceğimiz (ya da bazı gelişmiş yabancı uygarlıkların bunu zaten kullandığı) fikri de baştan sona bir spekülasyon. Işık hızının belirli bir seviyesinde yolculuk yapmak mümkün olsa bile ışık hızında yolculuk yapmak fiziksel açıdan olanaksız. Buna karşın, ışık hızında yolculuk mümkün olsa dahi, yıldızlar arasındaki mesafeler neredeyse sonsuz. Işık hızında seyahat etseniz bile Proxima Centauri hâlâ dört yıldan fazla bir mesafededir ve galaksinin diğer ucu ise bizden [ışık hızında] 100 bin yıldan daha uzak bir mesafededir.
‘TEORİK OLARAK MÜMKÜN’, ‘MUHTEMEL’ ANLAMINA GELMEZ
Bilimkurgu meraklıları, uzay-zaman dokusunu bükme ya da bir solucan deliğinden geçme yeteneği gibi henüz bilinmeyen teknolojilerin gelişebileceğini belirtiyorlar. Ama yine de bu öneriler baştan sona spekülasyon. Buna benzer manevraların teorik düzlemde mümkün olabileceğini iddia eden süslü matematik haricinde, bunlardan herhangi birinin gerçekten mümkün olup olamayacağı hakkında hiçbir fikre sahip değiliz. Teorik açıdan mümkün olmaları nedeniyle, tek boynuzlu atların ve denizkızlarının da var olmaları gerekmiyor.
Peki ya kara delikler? Belki bir tanesine dalıp farklı bir yere gidebiliriz. Tartışmanın iyiliği için, bunun kesinlikle doğru olduğunu bildiğimizi varsayalım. Mesele şu ki, var olduğunu bildiğimiz ve Dünya’ya en yakın olan kara delik, bizden 1500 ışık yılı uzaklıkta bulunuyor.
Bütün bunları bir araya getirince, bizi bu düşlerden uyandıracak olan sonuç, evrenin farklı bölgelerinde zeki bir uzaylı yaşamın var olup olmadığının önemli olmadığı. Onları hiçbir zaman bulamayacağız, onlar da bizi bulamayacaklar. Farklı biçimde söylersek, evrende tartışmasız biçimde yalnızız.
Kaynaklar :https://bigthink.com/surprising-science/we-are-effectively-alone-universe - www.gazeteduvar.com.tr/evrende-yalniziz-haber-1532383