Araştırma
Yabancı Dilde Konuşmak Beyin Yaşlanmasını Yavaşlatıyor
Araştırma ekibi, yaşlanmanın sadece takvim yaşına bağlı olmadığını, bireylerin hafıza performansı, dikkat seviyesi, günlük işlevselliği, hareket kabiliyeti ve kardiyovasküler sağlık gibi geniş bir davranışsal-biyolojik profil üzerinden değerlendirilebileceğini belirtiyor. Bu kapsamda geliştirilen “biyo-davranışsal yaş farkı” modeli, katılımcıların fiziksel ve bilişsel durumlarının gerçek yaşlarıyla karşılaştırılarak bir çeşit “görünür yaş” tahmin edilmesini sağladı. Çok dillilerin bu modelde belirgin şekilde daha genç çıktığı ve monolingual yani tek dilli bireylerin, biyolojik olarak daha yaşlı göründüğü dikkat çekti.
Çalışmanın en çarpıcı yönlerinden biri, çok dilliliğin koruyucu etkisinin “doza bağlı” görünmesiydi. Yani tek bir ek dil bilmek bile beyni yaşlanmaya karşı daha dirençli kılarken, ikinci veya üçüncü bir dil bu etkiyi daha da güçlendiriyor. Araştırmacılar, her ek dilin bilişsel sistemde yeni kontrol mekanizmalarını harekete geçirdiğini, bu durumun da yürütücü işlevler, dikkat kontrolü ve hafıza üzerinde doğal bir zihinsel egzersiz niteliği taşıdığını vurguluyor. Bir dil seçilirken diğer dillerin bastırılması, kelimelerin filtrelenmesi ve doğru ifadeye hızla ulaşma süreci, beynin kontrol ağlarını sürekli aktif tutarak yaşlanmayı yavaşlatan bir antrenman sağlıyor.
Analizler, özellikle 70’li ve 80’li yaşlarda çok dillilerin belirgin bir direnç gösterdiğini ortaya koyuyor. Bu grup yalnızca daha iyi hafıza performansı sergilemekle kalmıyor; yaşla birlikte ortaya çıkan yavaşlama eğilimine karşı daha güçlü bir dayanıklılık taşıyor. Bu bulgu, önceki birçok nörobilim araştırmasıyla da uyumlu. Örneğin, yaşamı boyunca iki veya daha fazla dil kullanan bireylerde hipokampusun —yani hafıza oluşumunun merkezindeki kritik bölgenin— daha büyük veya daha sağlam bir yapıda olduğu biliniyor. Daha güçlü bir hipokampus ise hafıza kaybı, yaşa bağlı beyin küçülmesi ve Alzheimer gibi nörodejeneratif hastalıklara karşı koruyucu bir rol üstleniyor.
Araştırmacılar, çok dilliliğin etkisinin yalnızca kültürel veya çevresel faktörlerle açıklanıp açıklanamayacağını anlamak için ülkelerin sosyoekonomik seviyeleri, eğitim düzeyleri, hava kalitesi, göç oranları ve siyasi istikrar dahil onlarca ulusal değişkeni de modele ekledi. Ancak tüm düzeltmelere rağmen çok dillilik etkisi kaybolmadı; aksine dil deneyiminin kendi başına bağımsız ve güçlü bir koruyucu faktör olduğu teyit edildi. Bilim insanlarına göre bu çalışma, büyük ölçekte veri kullanması, geniş bir yaş aralığını kapsaması ve yaşlanmayı hem biyolojik hem çevresel boyutlarıyla ele alması bakımından literatürde önemli bir dönüm noktası niteliği taşıyor.
Sonuç olarak çok dillilik, mucizevi bir kalkan olmasa da, beynin daha uzun süre esnek, uyumlu ve dirençli kalmasına yardımcı olan güçlü bir zihinsel yaşam biçimi olarak öne çıkıyor. Günlük yaşamda bile diller arasında geçiş yapmak, doğru kelimeyi seçmek veya diğer dil sistemlerini bastırmak gibi süreçler, beynin yürütücü kontrolünü sürekli çalıştırarak yaşlanmanın etkilerini geciktirebiliyor. Bu nedenle bilim insanları, ikinci bir dil öğrenmenin ya da var olan bir dili yaşam boyu aktif tutmanın, beyin sağlığı için uzun vadeli bir yatırım olduğunu vurguluyor.
Kaynak: ScienceAlert.com



