Diğer
BİLGİSAYAR TEKNOLOJİSİNİN PSİKOSOSYOANALİTİK BAKIŞ AÇISI İLE ÇÖZÜMLENMESİ
Okuduğumuz onlarca makale (ki aralarında ciddi üniversitelerin ciddi profesörlerinin çok ciddi makaleleri de vardı) onlarca yıl öncenin küf kokulu, güve yenikli süveterlerini üstlerine giymekte yarışıyorlardı. ’’Bitpazarına rahmet yağsaydı…’’ lafını belki de hiç bilmiyorlardı.
Ergenlik çağı gerçekten de erkeklerde 9-14,kızlarda 8-13 midir? Bu kime göre doğrudur, çağlar boyu hiç değişti mi, bir kuşak yaşamı boyunca değişime uğrama ihtimali var mı? GEZİ’de aslında sokağa çıkan hanği nesildi, Paralel yapı solucan deliklerinden mi içeri sızar, Urfa’da Oxford olsaydı Kahtalı Mıçı hanği fakülteye dekan olurdu?...Pardon, kaptırdım kendimi soru sormanın dayanılmaz çekiciliğine gidiyordum; kendimi ciddiyete davet ettim, şimdi başlayalım;
Bakış açıları, değer yargıları, üst yapısal kurumlardaki tarihsel köklü dönüşümler konusunda ciddi yapıtlardan biri M.Bloch’un ‘’Feodal Toplum’’ adlı çalışmasıdır. Yaklaşık 19 yıl önce yayınlanan bu yapıt bir toplum tipini sadece üst yapısal kurumlarla açıklamaya çalışılıyor gibi bir algı yaratsa da aslında çok daha derinliklidir. Yapıtın temel savı şudur; incelenen toplumsal nesne karşımıza en son hali ile, sanki kendi doğal yaşam süresi içinde bile dönüşüme uğramamış gibi çıkarılır genel olarak. Oysa temel ekonomik yapı ve onun üzerinde şekillenen üst yapının total ürünü olan bu nesneler, kendi tarihleri içerisinde bile derin etkileşim ve metamorfozlar geçirerek evrilirler.
Zamanın bu etkisi sonucu, aslında kendi döneminde bilgi ile onun nesnesi arasındaki ilişki bir şey iken, işte bu kırılma nedeni ile, bize başka bir şeymiş gibi yansır. Bu nedenle bütünü kavramak için önce bu zihniyet kırılmasını doğru bir gözlük kullanarak düzeltmek gereklidir. Bloch’ da bu gözlük incelediği döneme ait rahip yazışmaları, halk arasındaki satış-bağış sözleşmeleri, biat tutanakları, mahkeme zabıtları, roman, şiir, destan gibi belgelerdir.
‘’Feodal batı düşüncesinde zaman ve mekan kavramları oturmamıştır.’’ der Bloch. Sıradan insanın süre, zaman kavramı mevsimsel döngüler, hasat zamanları ile sınırlıdır. (Feodal çağ çoktan geçti ama bizim Anadolu köylerinin çoğunda karşınızdaki emiceye ne zaman doğduğunu sorunca burçaklar yolunurken cevabını alırsınız. Bir cuvara içimi diye tarif ettikleri yere yürü yürü 4 saatte gidersiniz!)
Feodal dünyada iki uzun uzaklık iki kısa uzaklıktan daha yakındır. Hersfeld’li rahip-kronik yazarı Lambert Almanya’daki olaylardan iyi kötü haber sahibiyken, burnunun dibindeki Flandre’deki olayları anlatmaya başlayınca uydurmaya da başlar. Hainout kroniğine göre Mons’da adli bir düello yapılacaktır. Örfün saptadığı bekleme süresi 9 saattir, beklenen kişi gelmeyince sürenin dolup dolmadığını anlamak için kontluk yargıçları tartışır, kiliseye danışırlar, uzun görüşmeler sonucu zar zor karar verilir.
Feodal dünyada uzam da büküktür aslında. İletişim sistemi büyük uzaklıkları yakınlaştırma temeli üzerine kuruludur. Komşuluk ilişkilerinde ise inanılmaz bir donukluk sözkonusudur. Aurillac’lı Gerbert matematiği İspanya’da, felsefeyi Reims’de öğrenir ama kendi kentine dönünce evlenmek için kız bulamaz!
Eğitimden söz açılmışken Bloch sıralar; Büyük Otton okumayı 30 yaşında öğrenmiştir, II.Conrad ise adının harflerini bile bilmez haldedir. Kral Alferd gittiği her yere zamanı ölçmek için eşit uzunlukta balmumu çubuk götürüp sırayla yaktırır. Bloch’a bir ara verip komik bir örnekle devam edelim. Ferit Develioğlu anlatıyor; Napoleon, İtalya seferinde bir Katolik manastırından ordusu için at ister, mektup Latince yazılmalıdır ama koca orduda Latince bilen yoktur. İş başa düşer, Latince us ,imus eklerini olsun bilen Napoleon yazar;
Friponimus moinimus, si vous ne mensoyenimus des chevounimus je, vous ferainimus instantimus pendantimus! Keşişler imus son eklerini çıkarmayı akıl edince Fransızca metni anlarlar;’’ Çapkın keşişler,eğer atları bana gödermezseniz sizi derhal astırırım!’’
Bloch’a geri dönelim; Batı’daki seferleri anlatan Landnama Book,bir saga(efsane)anlatır;İzlanda’lı bir şefe’’çocuk seven adam’’ demektedirler. Zira,adamları arasındaki en yaygın eğlence olan çocukların boğazını karğıyla delmeye karşı çıkmaktadır. 876’da Lucques’de yapılan bir toprak kiralama sözleşmesi ise şöyle der;’’ eğer putperest ulus,evleri, içindekileri veya değirmeni yakar ve yıkarsa kira ödenmeyecektir! Ortalık kan revan ama adam kira ödememeyi düşünüyor…’’(Aklınıza şu geldi mi; ABD savaş uçakları Körfez üzerinde sorti yapıp saldıkları bombalardan çocuklar parçalanırken Batı insanı CNN’de viskileri eşliğinde aptal kutusundan bunu film gibi izliyor,i çten içe de orda olmadığı için şükrediyordu!)
Bloch bir örnek yazar; Viking mezarlarında bulunan en güzel kılıçlar bir Frank imalathanesinin damgasını taşımaktadır. Yani Viking’ler öldürmeye gittikleri Frank’ların Flandre kılıçlarını,Welche kafa zırhlarını ısrarla tercih etmektedirler! Bir sıçrama yapalım, benzer örneği Denis Sinor Erken İç Asya Tarihi adlı kitabında yazar; M.Ö 169’da ölen bilgin Cya Liderine şöyle seslenir;’’…stratejik önemi olan yerlere derhal çok sayıda pazar açmalıyız.
Buralarda çiğ et, şarap, pişmiş pirinç ve lezzetli ızgaralar satan dükkanlar olmalı. O zaman, Şyung-nu buraya üşüşecek. Üstelik, eğer kralları ve generalleri bunları kuzeye dönmeye zorlarlarsa dönüp krallarına saldıracaklar. Şyung-nu bizim pirinç, güveç, kebap ve şarabımıza ısrarlı bir tutku geliştirince bu, onların öldürücü zayıflığı olacaktır.’’ Cya İ Çin Seddini kuran İmparatorun danışmanı, Şyung-nu ise Türkler’dir!
Son örneği ise Reha Çamuroğlu’nun İsmail adlı yapıtından verelim. İsmail’i okurken insanı irkilten şey şu olmalı bizce, dünya Şii, Alevi lideri sevmek ve ölmek zamanı için tam da yaşındadır:14 yaşında! Bu çağdaki sizin çocuklarınız internette sörfle düşmanı deligt etmekle uğraşırken o yitip gitmiş bir eski zamanı yeni bir zamana dönüştürmeye soyunmuştur. Yukarda sıralanan örneklerin içini doldurmak için yazının bu aşaması henüz erken bir aşama. Biz şimdi ergen-bilgisayar teknolojisi-oyun (özne-nesne ve eylem) kapsamında yola nesnenin incelenmesi ile devam edelim. Bilimsel-teknolojik alt yapıdaki önlenemez hızlı dönüşümle…
İnternet’i ve www’yu anlamanın yolu günümüze kadar gelen en eski insan ürünü nesne olan taş aletleri anlamaktan geçer. İnsanoğlu 2 milyon yıl boyunca bu aletleri üretti. ’’İhtiyaç icadın anasıdır’’ deyişini herkes bilir. Buna göre ürettiğimiz her nesne doğal ortamla başa çıkmamızı ve hayatın dayattıklarının üstesinden gelmemizi sağlayan araçlardır. Suya ihtiyaç duyar kuyu kazarız, işi ilerletir baraj kurarız, azla yetinmez, hidroelektrik teknolojisini geliştiririz. Yiyeceğe ihtiyaç duyarız, hayvanları evcilleştirir, bitkileri islah ederiz.
Avımızı yemek için veya düşmanı yok etmek için taş baltalar yaparız, işi ilerletir makinalı tüfek yapar, azla yine yetinmez hidrojen bombası yaparız.
Aşk ve ateş; her şey bu iki sözcükten doğdu der bir İskandinav atasözü.1.5 milyon yıldır ateşi tanrılardan çalmış durumdayız. Ateş; mahrem ve evrensel ateş, kalbimizde ısı olarak yaşar, gökyüzünde yıldız olarak, kin ve intikam içinde şiddet olarak yaşar. Cennette parıldar, cehennemde yanar. Mutfakta ocağın içinde pişen yemekte uysal, molotof kokteyl içinde isyankardır ateş… Besinleri pişirmek için mi ateşi ehlileştirdi insan, ateş mi insanları pişirmek, olgunlaştırmak için boyun eğdi insana bilinmez!
Ateşin arkadaşı sayılan tekerlekse daha henüz 5 bin yıldır kullanımda. Uygarlığın temel göstergesi sayılan bir alettir tekerlek. Diğer hemen hemen her tür insan icadı aletin doğada bir anolojisi, izdüşümü, benzeri varken tekerlek bundan azadedir. Doğada hiçbir hayvan eksenler üzerinde serbestçe dönen organik tekerlekler aracılığı ile hareket etmez. Diğer bir çok alet gibi bu buluş da bizim coğrafyamıza; Mezopotamya ve Anadolu’ya ait olup Dicle ve Ren üzerinden dünyaya yayılmıştır.
Hindistan,Mısır ve Çin’de 1.000’er yıl aralıklarla ortaya çıktı tekerlek. Güneydoğu Asya’da, Afrika’nın çoğu bölgelerinde, Polinezya, Güney Amerika’da ise insanoğlu-kızı tekerlek yardımı olmadan da hayatta kalmayı başardı. Tüm zamanların en büyük ikinci teknik başarısı sayılan tekerleğin kullanımındaki mekanik ilkeyi bilmelerine rağmen MezoAmerika’lıların bunu kullanmamaları neyle açıklanır?
Basit bir yanıtı var: yaşadıkları bölgenin topografik yapısı nedeni ile, sık ağaçlıklı, vahşi ormanlarla dolu, engebeli arazi nedeni ile ve taşıtları çekecek büyükbaş hayvan yokluğu nedeni ile bu icat lüzumlu değil fantastik olarak görülmüştür. Aztek çocukları tekerlekli oyuncaklarla oynarken anaları (Ah, o analar,eli öpülesi analar!) sırtlarında yük taşıyorlardı…
Hayvanlar Aleminin diğer canlıları gibi biz de ateş veya tekerlek olmaksızın yaşayabilirdik. Doğanın yasalaştırdığı evrensel ihtiyaçları değil, kendimize ait olarak algıladığımız ihtiyaçları karşılamak için teknolojiyi geliştirdik. G.Bachelard,’’fazla olanın-artık-değerin ele geçirilmesi, gerekli olanın kazanılmasına kıyasla insan üzerinde daha güçlü bir uyarıma sahiptir, çünkü insanlar ihtiyacın değil arzunun yaratımlarıdır’’ derken kısmen haklıdır. Hayatta kalmak ve beslenmek için doğrudan doğaya bağlı kalmak yerine, tamamen gereksiz olan tarım ve yemek pişirme tekniklerini geliştirdik.
Gereksiz, çünkü bitki ve hayvanlar insan müdahalesi olmaksızın da üremeyi, yetişmeyi başarırlar. Tarım ve yemek pişirme insanın hayatta kalması için olmazsa olmaz önkoşul değildir. Kendi refah düzeyimizi bu yöntemleri kapsayacak şekilde tanımladığımızda gerekli hale gelmişlerdir. (Aslında tam bu nedenledir ki türümüz giderek standart bir kalıba giriyor. Ev, araba ve işyerlerinde klima ve ısıtma cihazları ile aynı ısı, aynı tip besin, yeme içme adetleri, aynı tip ilaçlar kullanarak daha tekdüze ve dolayısı ile zayıf bir tür haline geliyoruz.
Bir yenilik, ilerici bir adım gibi lanse edilen’’ sağlıklı yaşam salgını’’ aslında türümüzün kökenini dinamitliyor. Oksijen terapi, organik gıdalar, jogging… tümü yeni dünyanın modaları. Sağlıklı olmak için trafik keşmekeşi içinde yapılan jogging komik değil mi? Ya da bir salonda oksijen depoladıktan sonra dışarı çıkıp zehir solumak, ya da organik gıda diye aldığın domatesi, hıyarı, biberi organik olmayan yağı kullanarak salata yapmak? Günümüz toplumunda yalıtılmış vahalar, enklavlar (hakim coğrafi iklim içinde kendini korumuş farklı iklim koşulları) oluşturacağını sanmak ham hayaldir! Çağımızın yeni sağlıklı insanı ne yazık ki, kirli havada, ozon deliğinin ışınları altında yaşayabilen, GDO’lu domatesleri, hormonlu tavukları lüpletebilen insandır! Artık var olmayan bir dünyaya özlem duyan insan eziyet çekmektedir. Ne de olsa SENECA’nın dediği üzere ‘’Hasta olduğunuz için değil, hayatta olduğunuz için ölürsünüz’’!) Yeniden ulaşım teknolojisine dönersek, bizim ülkemizde de uygarlığın temel göstergelerinden biri olarak demiryolları gösterilir. (Demirağlarla ördük, yurdu bir baştan, lay lay lay…)
İngiliz emperyal sistemi Hindistan’ı 1740-1947 yılları arasında 200 yıl boyunca sömürdü. Bu arada da demiryolu ve telgraf ağını ülkeye soktu. Ama babasının hayrına hiç değil. Amaç askeri birliklerin hızlı intikali,İngiliz fabrikalarına ucuz hammadde ordan buraya işlenmiş mamul sevkiyatı ve tüm bu sistemin verimli işlemesi için de telgraf ağı…200 yıllık bu acı talan sona erdiği zaman Hint halkı bu teknolojiyi uzun yıllar ancak batı teknolojisinin dış yörüngesinde taşeron olabilecek şekilde kullanabildi; zira bunları içselleştirecek birikim ve insan alt yapısına sahip değildi.
Yine benzer nedenle Doğu Almanya’da insanlar birleşme sonrasında Trabant denen arabaların başlarına bela olduğunu deneyerek gördüler. Zira katalitik konverterleri olmayan bu arabaları hurdalığa bile atamıyorlardı. Peki de, yine birleşme sonrası, bu garibanlar çok mu mutlu oldular. Bilinen tersinmezlik örneğini verelim; bir tasın içinde 10 domates olsun;1’i çürükse kısa sürede tümünü çürütecektir. Ama tersi söz konusu olamaz; yani 9 çürük domatesin içine 1 sağlam koyup diğerlerini düzeltsin diye umamazsınız.
Birleşme sonrasında da bu oldu; tüketim çılgınlığı ile tanışan Doğu Alman’lar otomobil merkezli ulaşım sisteminin irrasyonel yönü ile de tanıştılar. Tek tek kapitalist şirketlerin doğal ve rasyonel bir faaliyet biçimi olarak gördüğü şey yani kar peşinde koşma ile bütün olarak ekonomi ve toplum için rasyonel olan şey arasındaki uzlaşmaz çelişki ile…Pohpohlanan tüketim kalıpları nedeni ile milyonlarca insan iş, alışveriş, zevk amacı ile otolarını kullanırken, enerji tüketimi, trafik tıkanması ve kazalar, çevre tahribatı gibi şeylerle ilgilenmezler bile.
Öte yandan bu insanları bu nedenle bu sorunun sebebi olarak görmek de acımasızca olacaktır. Bu bireyler, soruna uyansalar bile tek başlarına bu sorunu çözmeye güçleri yetmez, Robinsonculuk oynamayı ise çağın temposu kaldırmaz. Otomobil merkezli ulaşımın tedrici biçimde geriletilerek alternatif zeminlerin hazırlanıp toplu ulaşımın ve otomobil harici ulaşımın kullanımının yaygınlaştırılması tek çözüm gibi görünse de üretim planındaki irrasyonel kar kaygısı aşılmadan bunun nasıl olacağını ne bizim toplumumuzda ne de Batı toplumunda en uç partilerin programlarında bile göremeyiz ne yazık ki!
Temel hatları ile Riot Game, Twitter, Facebook gibi şirketlerdeki temel mantık İngiliz kolanyal güçlerinin ki ile aynıdır. Bunlar, burada veya başka bir geri kalmış ülkede milyar dolarlar kazanırlar, mümkün olabilecek en az yerliyi istihdam ederler(çalıştırmak için ya kendi yurtdaşlarını ya da kölemenleri tercih ederler),vergi bile vermeden tatlı karlar edinirler.
Amaç toplumsal cretenizm (ahmaklık) oranını artırmaktır. Yarattıkları algı körlüğü nedeni ile tüketime sundukları nesne uygarlığın, ilerlemenin ölçütü sayılır. Cya İ’nin pişmiş pirinci gibi… Koydukları kurallar, o toplumun kurallarının, ailenin kurallarının, meşhur mahalle baskısının, binlerce yıllık kadim kuralların, hatta kimi kez manevi-ahlaki kuralların yerine geçiverir. Zaten bu nedenledir ki; mütedayyin insanların, başı örtülü hanım kızların elinden cep telefonu düşmüyor, bunlar da bolca cıvıldıyor, twitiyor! LOL oyununda banlanan (oyun sırasında oyundan düştüğü için belli bir süre online olması yasaklanan) babayiğit yakınıyor;’’ O sırada elektrik kesintisi olmuştu, gidip TEK’den yazı aldım, bunu RİOT merkeze faxladım, ama yasak kalkmadı abi…?!’’Aynı babayiğide babası elektrik faturası verip yatır gel dese surat asar! Bayramda seyranda ebesinin elini öpüp hayır duasını almaya erinen cici beyler hanım kızlar Face’de saçma sapan insanlarla düşer kalkar! Kişilerin kötüyü seçme hakkı da korunmalı mıdır? Demokrasi nerde başlar nerde biter, Facebook, Twitter yasaklanmalı mıdır? Aslına bakarsanız irrasyonel kapitalist zihniyetin gözlüğü ile bakınca kitlesel ahmaklığın bu mükemmel araçları desteklenmelidir bile ama ,Soner Yalçın, Kayıp Sicil adlı yapıtında güzel bir örnek verir; Yahudi kültüründe Haham Eliya, ev işini görsün, düşmanları ile savaşsın diye kilden GOLEM’i yaratır. Ama Golem’in bir kusuru vardır, her gün büyümektedir.
Eliya ise onu her gün kile çevirip yeniden yoğurmaktadır. Ama bir gün bunu unutunca Golem o denli büyür ki patlar ve altında kalan haham da ölür.
Denetimsiz internet çılgınlığı ve olabilecek en kötü haldeki medya takibi sonuçta buduruma sebep olacaktır. Hele bizim gibi ülkelerde sizin dışınızda güçler tarafından geliştirilen, alt yapısına hiçbir biçimde vakıf olmadığınız teknolojilere göbekten bağlı, muhtaç hale gelince İngiliz teknolojisi treni süzen Hint kutsal hayvanına benzersiniz! Coca-cola’nın yerine Ayran’ı ikame edemiyorsanız nerde hata yaptığınızı durup düşünmek zorundasınız.
duruma sebep olacaktır. Hele bizim gibi ülkelerde sizin dışınızda güçler tarafından geliştirilen, alt yapısına hiçbir biçimde vakıf olmadığınız teknolojilere göbekten bağlı, muhtaç hale gelince İngiliz teknolojisi treni süzen Hint kutsal hayvanına benzersiniz! Coca-cola’nın yerine Ayran’ı ikame edemiyorsanız nerde hata yaptığınızı durup düşünmek zorundasınız.
Aslında tam zamanı düşünmeye başlayalım; sen,ey okur, gazoz kapağının içine çamur koyup sırtını betona sürte sürte kayganlaştırıp oynardın, veya mısır püskülünden saçı olan eski elbiselerden giydirdiğin bez bebeğin vardı…
Texas, Tommiks vardı, mahallenin ağır ağabeyleri,illaki bir delisi, bir de velisi vardı; ne kaldı geriye? Çocukların ayağını yere sağlam basması için üç sey gerekli ey sevgili okur; dağcılıkta üç nokta kuralı vardır; ya iki elin bir ayağın, ya da iki ayağın bir elin kayada olmalıdır; yoksa düşersin.
Bunu sosyal yaşantımıza uygularsak üç konuda sağlam elin olmalıdır; aile hayatın, işin ve sosyal çevren sağlam olmalıdır; yoksa düşersin, tekme vuranın da bol olur!
Peki de bu çocukcağızlar ne yapsınlar düşündün mü? Evlerde düzgün aile hayatı mı kaldı? Eskiden zengin komşuların evine toplanıp haber izlemeye gidilirdi; şimdi en fakir evde plazma var, eve gelen misafirle diyalog şu;’’ hanği diziyi açayım Atıf bey? Suzan hanım siz ne izlerdiniz?’’İş hayatı da garip zaten, çocuk mahalledeki 2 üniversite bitirmiş işsiz abiyi görüp ne yapmalı sizce?
Sosyal çevrelerle ilgili de uzatmayalım; yüzler eskiden doğal kızarırdı, allık gerekmezdi,utanma vardı, envai türlü herzeleri yiyenler bile evlerini taşıyınca utançtan kurtulur oldu! Dünyanın her yerinde gençler her Allah’ın günü düğmelere basıp uzaylıları, zombileri öldürüyor veya bunlar tarafından öldürülüyor. Bu oyunları kazanmak çok zor. Zira oyunu oynayan, o oyunun nihai hedefine varmadan ölmüş oluyor, oyuncu durmadan öldürüldüğü için durmadan oynuyor, oyun üstüne oyun, öldürülme üstüne öldürülme…
Oyunun sürdürülmesinin asıl nedeni yeterince öldüremeden kendinin öldürülmüş olması aslında! İnsan, çocuk ilk oyunda tüm düşmanları öldürseydi bu oyunu oynaması için sebep kalmazdı. Ama oyunlar zaten bilerek bunun üzerine kurgulanıyor.
Eskiden, insanlar savaşçı olarak yetiştirildiğinde, silahını nasıl yapacağını, koruyacağını, savaş tekniklerini öğrenirdi. Hayata ve düşmanına saygılıydı. Düşmanının insan olduğunu unutmazlardı. Öldürülen en şerefli düşmanın kafatasını altınla kaplatıp içinde içki içmek bu saygının ifadesi idi. Oysa buğün aynı şey bir düğme aracılığı ile yapılıyor. Tıpkı çamaşır makinasındaki kirlileri tek düğmeye basarak temizlemek gibi…
D.Elkind’in ’’Hızlandırılmış Çocukluk’’ dediği şey tam da budur. Uyaran miktarındaki inanılmaz artış nedeni ile ERGENLİK kavramı yeniden değerlendirilmek zorundadır. Zihinsel ergenlik yaşı günümüzde olaganüstü düzeyde düşmüştür, biyolojik hormonal genetik yapılarsa bunun hızına yetişememektedir. Ejderhayı eğitmeden üstüne binemezsiniz. Bir sonraki yazı bu konuyu açılmayacak.
Bir anekdotla bitirelim;
Psikiyatri, 21.yy’da,başarısı hiç bir kriterle ölçülmeden kendi başına ayakta kalabilen yeğane meslek gibi durmaktadır. Ameliyatlarında başarısız olan operatör, otobüsü yanlış kullanan şöfor, ateş etmeyi beceremeyen asker, hiç bir seçimi kazanamayan politikacı, yemekleri kötü olan ahçı başarısız kabul edilir.
Oysa, psikiyatride, tedavinin, hiç tedavi yapılmamasına göre etkili olduğu veya belli bir terapi yönteminin diğerinden niye daha etkili olduğunu kanıtlayan hiçbir araştırma yoktur. Histeri Üzerine İncelemeler adlı yapıtında Freud psikoterapiyi cerrahi müdahale ile karşılaştırır. Cerrah patolojik parçayı alarak iyileşmenin gerçekleşeceği koşulları yaratır.
Psikoterapist’de aynını yapar. Ancak ikinci durumda, doktor-psikiyatrist iyileşme denen şeyin neye benzediğini, daha doğrusu, NORMAL diye tanımlanan insan yaşamının neye benzemesi gerektiği bilgisine önceden sahip olmak zorundadır. Ama, değil psikiyatrist, kim böyle bir bilgiye sahiptir ki? Yada aslında normal var mıdır?
Yani, aslında, psikoanalist, yaşam hakkında kimsenin uzman olmadığı konusunda uzmandır! Bu nedenle, sevgili okur, hayata dair her şey karmaşık geliyor, kafan karışıyorsa hiç canını sıkma yalnız değilsin!
Biyolog Duru Hakan KARABACAK