Aslı Nur Akaydın
Renkleri nasıl gördüğünüz hangi dili konuştuğunuza dayanıyor
Bazı insanlar retinalarındaki ışığa yüksek seviyede duyarlı olan koni hücrelerindeki kusurlar nedeniyle ya da bu hücrelerin eksikliği dolayısıyla renklerdeki farklılıkları göremez, buna da renk körlüğü denir. Ancak “normal gören” insanlarda da bu hücrelerin yoğunluğunun ve dağılımının değişiyor oluşu, hepimizin aynı rengi farklı şekillerde algılamamıza sebep olur.
Her birimizin biyolojik yaratılışının yanı sıra, renkleri ayırt etme olgusu, karşımızda tam olarak ne olduğunu gördükten sonra beynimizin renkleri ayırt ederek anlamlı bir şey oluşturmasıyla çok daha az ilgilidir. Renklerin ayırt edilmesi esas olarak kafamızın içinde olur, oldukça özneldir ve kişisel deneyimlerimizle alakalıdır.
Renkleri harfler ve sayılarla algılama deneyimini yaşayan sinestezik insanları ele alalım. Sineztezi çoğunlukla duyuların birbirleriyle birleşmesi olarak tanımlanır, insanlar sesleri görebilir ya da renkleri işitebilirler, ancak duydukları sesler de farklı vakalara göre değişiklik gösterir.
Bir diğer örnek ise Alderson’un dama tahtası-gölge yanılsamasıdır. Burada, işaretlenmiş olan iki kare kesinlikle aynı renkte olsalar da beyinlerimiz bunu bu şekilde algılamaz.
Rengin Kültürü
Doğduğumuz günden beri nesneleri, renkleri, duyguları ve birçok anlamlı şeyi dili kullanarak sınıflandırmayı öğrendik ve gözlerimiz binlerce rengi ayırt edebilse bile renkler hakkında birbirimizle iletişim kurmamız - renkleri günlük hayatta kullanma şeklimiz- bu devasa çeşitliliği tanımlanabilir ve anlamlı kategorilere bölmemiz gerektiğini ortaya koyuyor.
Örneğin ressamlar ve moda uzmanları, esasında uzman olmayan biri tarafından belki de tek kelimeyle ifade edilebilecek tüm renk tonlarını ve gölgeleri ifade etmek ve ayrıştırmak için renk terminolojisi kullanıyorlar.
Farklı diller ve kültürel topluluklar da renk dizisini farklı şekillerde ayrıştırıyorlar. Papua Yeni Gine’de konuşulan Dani ile Liberya ve Sierra Leone’de konuşulan Bassa dili gibi dillerde sadece iki terim var: açık ve koyu. “Koyu” bu dillerde kabaca çevrildiğinde soğuk anlamına gelirken, “açık” da sıcak anlamına geliyor. Bu yüzden siyah, mavi, ve yeşil gibi renkler soğuk; daha açık olan beyaz, kırmızı, turuncu ve sarı renkler ise sıcak renkler olarak yorumlanmış.
Avustralya’nın kuzey topraklarında yaşayan Warlpri halkının “renk” kelimesine karşılık kullandığı bir kavram bile yok. Bu ve bunun gibi kültürel topluluklar için bizim “renk” dediğimiz şey; özellik, fiziksel algı ve işlevsel amaçtan bahseden zengin bir kelime dağarcığıyla tarif ediliyor.
Beş Anahtar Renk
Dikkat çekici bir biçimde, dünyadaki çoğu dil beş temel renk ismini içeriyor. Nambiya ovalarındaki Himba gibi değişik kültürler ve Papua Yeni Gine’nin yemyeşil ormanlarındaki Berinmo’lar bu beş isimlik sistemleri kullanıyorlar. “Koyu”, “açık” ve “kırmızı”da olduğu gibi bu dillerin tipik olarak sarıya karşılık gelen bir tane ve ayrıca aynı anda hem maviyi hem de yeşili belirten bir kavramları var. Bu dillerin “yeşil” ve “mavi” için ayrı kelimeleri yok ve bunun yerine ikisini de ifade eden “grue” (gren+blue) gibi bir terim kullanıyorlar.
Tarihsel olarak, Japonca’da ve Çince’de olduğu gibi Gal dilinde “glas” isimli bir “grue” kavramı vardı. Günümüzde tüm bu dillerde, orijinal grue terimi mavi olarak daraltıldı ve yeşil için ayrı bir kavram kullanılıyor. Bu ya dilin kendi içinde bu şekilde gelişti - Japonca için durum böyleydi - ya da Gal dilinde olduğu gibi sözcük aktarımıyla gerçekleşti.
Rusça, Yunanca ve Türkçe gibi diğer birçok dilde mavi için ayrı olarak kullanılan iki kelime var, birisi özel olarak daha koyu tonları ifade ederken diğeri daha açık bir tonu karşılıyor.
Dil ve renk
Renkleri nasıl ayırt ettiğimiz yaşamımız boyunca da değişiklik gösterebiliyor. Açık ve koyu maviyi tarif etmek için iki temel renk terimine -“ghalazio” ve “ble”- sahip olan Yunanca konuşan insanlar, İngilizce’de iki renk tonunun da sadece “mavi” kelimesiyle tarif edildiği Amerika’da uzun bir süre yaşadıktan sonra bu iki rengi birbirine daha yakın görmeye eğilimli oluyorlar.
Günlük yaşamlarında uzun süre boyunca İngilizce konuşulan bir ortama maruz kaldıktan sonra normalde Yunanca konuşan bu insanların beyinleri “ghalazio” ve “ble” renklerini aynı renk kategorisine aitmiş gibi görmeye başlıyor.
Ama bu sadece renkler bazında olan bir şey değil, aslında farklı diller hayatımızın her alanında algılarımızı etkileyebiliyor. Lancaster Üniversitesi’ndeki laboratuarımızda farklı diller kullanmanın ya da onlara maruz kalmanın gündelik nesneleri algılamamızı nasıl değiştirdiğini araştırıyoruz. Sonuç olarak bunun gerçekleşmesinin nedeni, yeni bir dil öğrenerek beyinlerimize sanki dünyayı, renkleri görme ve işleme biçimimiz de dahil olmak üzere, bambaşka bir şekilde yorumlama yeteneği kazandırıyor olmamız.
Araştırmacılar:
Aina Casaponsa, Lancaster Üniversitesi’nde Dil, Biliş ve Nörobilim bölümünde öğretim üyesi
Panos Athanasopoulos, Lancaster Üniversitesi’nde Dilbilim ve İngiliz Dili bölümünde öğretim üyesi
Bu makalenin orjinaline buradan erişebilirsiniz: The Conversation
Çeviri: iflscience.com/brain/the-way-you-see-colour-depends-on-what-language-you-speak/page-2/